29 Temmuz 2011 Cuma

Radyo kafası iyidir






Ne diyordu o şarkıda; video killed the radio star. Sonra 'internet killed the video star' gerçekliği geldi. İşte tarihin tam da öyle lineer işlemediğinin bir göstergesi de radyo bence. Hani sesler hiç kaybolmuyormuş ya evrende, onun gibi bir şey. Radyonun sesi bence belli dönemlerde azalsa da kendisini teknolojiyle de uyumlu hale getirip her zaman büyülü dünyasını koruyor.
Genelde nostaljik bir nesne ya da duygu durumu olarak yapılan değerlendirmelere kulak asmayın. Evet bir zamanlar başında daha çok vakit ayrılıyordu. Uzun orta ve kısa dalgalı radyolara yetişecek yaşım da var. Hatta birçok kentin adını ilk defa o eski radyomuzun frekansların da yazılı olduğu ön yüzünden öğrenmiştim. Mevzunun gücünü de. Moskova'dan, New York'tan Londra'dan Arabistan'dan sesler ve nağmeler, o küçücük kutunun içinden eve dağılıyordu. Pazarları uzayan kahvaltılarda şarkılı sözlü eğlence programları kahvaltı masasının ömrünü uzatıyordu. TRT Ankara Çocuk Korosu, türküler, kadri çok az bilinmiş radyo sanatçıları, müzisyenleri, el radyosuyla çocukluğumun bahçelerinde tüm lig maçlarını canlı dinleyebilmek...
Sonra hayatımıza fm diye bir şey girdi. Pıtrak gibi özel radyolar. Minibüste otobüste radyo sesleri. Sonra radyo programları. Bir kısmı özellikle geceleri damardan çalarak, insanın aklını başından alırdı.

Radyonun bir diğer güçlü yanı da bence yerel duygusu. Yüzlerce yerel tv'de var ama radyodaki o havayı hiçbiri bence veremiyor.



Sonra yalnız ve uzun gecelere yaptığı arkadaşlık. Ortaokul, lise ve üniversite yıllarımda radyo açık uykuya dalmak inanılmaz keyifliydi (halen yapıyorum bazı geceler). Kimin tarafından nasıl hazırlandığını bilmediğiniz koca bir playlist'in büyülü dünyasında gezinmek. Üniversiteye hazırlanırken, vize dönemlerinde, arkadaşlarla bira içerken, sevgilinle öpüşürken sevişirken, eyleme gitmeden önce sana eşlik eden şarkılar...
Hatta bazı geceler gaza gelip kaçıracağım şarkılar yüzünden kudururdum.
Çift kasetçalarlı teybe bir boş kaset koyup en azından bir yüzü dolana kadar o playlist'i kaydetmek, sabah uyandığında “bakalım ağa neler düşmüş” diye heyecanla o şarkıların arasından elemeler yaparak yeni bir kaset çekmek...
İşin hüzünlü ama bir o kadar da zevkli yanıysa o şarkıların yüzde 90'ının adını bilememek öğrenememek, peşinde koşturmak. Adını öğrenmek için yıllarca karın ağrısı çektiğim şarkılar oldu. Eminim bazılarınızın da olmuştur. İnternet ve dijitl radyolar sayesinde büyük bir kısmının adını, kimlerin seslendirdiğini çok şükür öğrendim. Ama hâlâ önemli bir liste öyle duruyor. Keşfedilmeyi, sahibini ve adını arıyor. Belki de öyle kalmaları onları daha da çekici kılıyor. Radyolarda ilk defa dinleyip sevip, sonradan adını sanını öğrendiğim şarkılardan küçük bir demet sunmayı da görev bildim. İyi mi yaptım? Onu bilemedim.

iyi dinlemeler...
(not: radyoda keşfedip sevdiğiniz en iyi 5 şarkınızın listesini yapsanız, yollasanız, onları bir araya getirsek güzel olmaz mı mesela??? )



bunlar kim, bu şarkı ne derken bir de baktım her şarkılarının peşindeyim..

üniversite sınavlarına hazırlanıyordum. bir gece test çözerken, bu şarkıyı duydum. kalemi bıraktım. sigaraya yeni başlamıştım ve paket taşımıyordum. babamın sigarasından koşup bir sigara aşırı şarkının sonlarına dumanlı odamda devam ettim.

şarkının coşkusu yıllarca peşinden sürükledi beni. onları da çok aradıım, çookk...



birayla ne gidiyordu. hâlâ bir gideri var bence.

bu da kimliğini çok ama çok geç öğrendiklerimden. yılda 3-4 kere gecenin körü yakaladın, yakaladın!!


ve bu liste uzaaarrr giderrrr....

 

26 Temmuz 2011 Salı

'Bir okur olarak Marcel Proust: İnsanlar arasındaki dostluk hava civadır'


Kaçtır 'sevgili dostum Proust' hakkında bir şeyler yazmak istiyordum. Ama bir başka dostumun leziz bir yazı kaleme aldığını gördüm. Sizlerle öncelikle bunu paylaşmak isterim. Yazının başlığı da zaten onun yazısının başlığı...

http://akintiyakurek.blogspot.com/2011/07/bir-okur-olarak-marcel-proust-insanlar.html
 




Proust'la ilgili gün gelir bir şeyler karalarız.  Dostumun yazısındaki 'bir tedavi yöntemi olarak okuma' bölümüne dikkat çekmek istiyorum. Şöyle diyor Proust: “Bizim için büyülü anahtarları olan içimizdeki derin, nüfuz edemeyeceğimiz yerlerin kapılarını açan yol gösterici olduğu sürece, okumanın yaşamımızdaki rolü sağıltıcıdır.”

Nitelikli edebiyat eserlerinin en azından kendi ruh sağlığım için ne kadar sağıltıcı olduğunu biliyorum. Bunca koşturmanın, paradan başka neredeyse hiçbir şeyin konuşmadığı dünyanın, politikanın politikaılara bırakıldığı, neresinden baksak rezil hale gelen dolayısıyla da anlamlar dünyamızda bizleri esir eden durumda, bazı kitaplar gerçek birer ilaç gibiler. Son zamanlarda bana bir isim ve kaleminden dökülenler bu anlamda çok iyi geldi:

Füruzan....





Onunla bu kadar geç tanıştığım için kendime çok kızıyorum. 6 ay kadar önce 47'liler romanıyla tanıştım onunla. Türkiye'de devrimci bir kuşağı, 12 Mart öncesi ve ve sonrasını arka planda tutarak, o gençlerin idealizmiyle, cumhuriyetin o gençler, ebeveynleri ve tüm anadolu coğrafyasındaki izleri, işkenceler, umutlar... Kadınlık durumunun o yıllara kadar hemen her sınıftan insanda evrildiği ya da aslında hiç evrilemediği gerçeğini inanılmaz bir gerçeklikle aktarabilmek..





Anadolu'nun farklı illerinden kalkıp büyük şehirlere okumak için gelen o gençlerin 60'ların sonu itibariyle idealleri, beraberlerinde getirdikleri insancıllık, başka bir dünya hayalleri, bunlara toplumun neredeyse her katmanın ket vurulmaya çalışılması, darbe ve sonrası, cumhuriyetin eğitimli ilk kuşağının boğucu, korkak, cumhuriyet idealinin yarattığı küflü bir orta sınıf pskolojisi...  Üstelik bütün bunları anlatırken yavanlığıa ve kurulupa hiç düşmemek... Bir de bunları harika bir türkçeyle anlatmayı başarabilmek, olay örgüsünü gerçeklikten neredeyse hiç kopmadan kurgulayabilmek Füruzan'ı fazlasıyla özgün kılıyor bence.

Parasız Yatılı öykü kitabını okuduğumda o kalemin gücünü bir kez daha hissetttim. 1972'de sait faik ödülü de almış. Almasa ne yazar o ayrı. 12 muhteşem öykü. Yine ağırlıkla kadınlık durumunun anlatıldığı, gereksiz hiçbir kelime kullanmadan, laf kalabalığına girmeden anlam yoğunluğuyla dolu yalın dili... Arka kapağındaki “Orhan Kemal'in kızlarından biri” yorumu da bir sürü şeyi anlatıyor bence... Okumak için  Sevda Dolu Bir Yaz ve Gecenin Öteki Yüzü kitaplarını sıraya koydum.

Benim gibi geç mi tanıştınız. Tanışmadınız mı? Okuyup sevidiniz mi? Yoksa tutmadınız mı? Bilmiyorum. Ama Füruzan sevenleri çok seviyorum. Onun bence dünya edebiyatında da şimdikinden daha büyük bir yeri olmalı. O güzel isminden ve ellerinden öpüyorum Füruzan'ı.....


sabah eskimişliğin
“Günlerdir yıkanmamış bulaşıkları görmeliyim , kendimi görmeliyim,suskuyu bekliyorum. Ona hazırım. Okul şarkılarını getirin, çocukların ilk saçlarını , kedileri, yoluk köpekleri. Susuuuuuun.
Nedir bu susan? Susku dolu bir evrene susku dolu bir savaş. İlkyazları odaya koyun , ölüm onlarla barınamaz gider. Ölüme inanmıyoruz ki , ondan korkalım efendim. Ama bir korktugumuz olmalı ; ihtiyarlıktan, çirkinlesmekten, korkuyoruz. Aklı savunuyoruz, ama güzellikten yanayız. Bize uslu olmayı öğrettiler başta... Bu saç size yakışmış, bu saç da bana yakışmış, değil mi? Ama kimlere ne yakışmamış, deyiverelim de sırıtalım; sizi söylemek bu denli kolay, sığ olmamalıydı, oysa öyle derin bunalımlara öykünüyordunuz ki... Çok acı çeken biri vardı, şehrin tüm pazartesileri ona kapalıydı ve diğer günleri de..."
Parasız yatılı öyküsünden,
Anne, saygılı sordu:

- Geciktik mi acaba?

Hademe kadın ilgisiz,

-Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir. hiç gecikmezler...”


Özgürlük atları öyküsünden:
"Ben okula gitmiyordum. Tanrı da pek ortalarda yoktu gündüzleri. Geceleri geliyordu, ölümü istiyordum tanrı'dan. Ölünce, babalığım, donup kalıyordu. Ama ben her şeyi görüyordum ölünce.
Duru, mutlu bir ölümdü bu...
Gidiyor musunuz?
Güle güle.
Kapıyı iyice kapayın.
Sizden üşüdüm…"

 

21 Temmuz 2011 Perşembe

'en azından kendi felaketimi yazıyorum'


Indie, pop rock, post punk. Ne derseniz deyin, bütün bu kategorileri birbirinden ayırmak neredeyse imkansız artık. Melez güzeli gruplarla doldu etrafımız. Tabii ki 'melezse kesin güzeldir' yanılgısına düşmeden bakmak duymak lazım. Of montreal son zamanlarda duyduğum başarılı melezlerden.
Avantgard disko ve dans ritimleri de işin cabası. Sözler öyle çok ahım şahım değil ama can alıcı olanları da yok değil. Forecast fascist future da şöyle diyorlar mesela: “Boredom murders the heart of our age while sanguinary creeps take the stage.”



Kavruluyoruz. Her şey fazlalık gibi geliyor. Tam ilacı olmasa da kulak vermekte fayda var.

the past is a qrotesque animal adlı şarkıları 10 dakikayı geçiyor. Sözlerin duygusunu da iyi veriyor. Şarkı sözü ayrı bir hoşuma gittiği için paylaşmak istedim.
The past is a grotesque animal
And in its eyes you see
How completely wrong you can be
How completely wrong you can be

The sun is out, it melts the snow that fell yesterday
Makes you wonder why it bothered

I fell in love with the first cute girl that I met
Who could appreciate Georges Bataille
Standing at Swedish festival discussing "Story of the Eye"
Discussing "Story of the Eye"

It's so embarrassing to need someone like I do you
How can I explain, I need you here and not here too
How can I explain, I need you here and not here too

I'm flunking out, I'm flunking out, I'm gone, I'm just gone
But at least I author my own disaster
At least I author my own disaster

Performance breakdown and I don't want to hear it
I'm just not available
Things could be different but they're not
Things could be different but they're not

The mousy girl screams, "Violence! Violence!"
The mousy girl screams, "Violence! Violence!"
She gets hysterical because they're both so mean
And it's my favorite scene
But the cruelty's so predictable
It makes you sad on the stage
Though our love project has so much potential
But it's like we weren't made for this world
(Though I wouldn't really want to meet someone who was)

Do I have to scream in your face?
I've been dodging lamps and vegetables
Throw it all in my face, I don't care

Let's just have some fun
Let's tear this shit apart
Let's tear the fucking house apart
Let's tear our fucking bodies apart
But let's just have some fun

Somehow you've red-rovered the gestapo circling my heart
And nothing can defeat you
No death, no ugly world

You've lived so brightly
You've altered everything
I find myself searching for old selves
While speeding forward through the plate glass of maturing cells

I've played the unraveler, the parhelion
But even apocalypse is fleeting
There's no death, no ugly world

Sometimes I wonder if you're mythologizing me like I do you
Mythologizing me like I do you

We want our film to be beautiful, not realistic
Perceive me in the radiance of terror dreams
And you can betray me
You can, you can betray me

But teach me something wonderful
Crown my head, crowd my head
With your lilting effects
Project your fears on to me, I need to view them
See, there's nothing to them
I promise you, there's nothing to them

I'm so touched by your goodness
You make me feel so criminal
How do you keep it together?
I'm all, all unraveled

But you know, no matter where we are
We're always touching by underground wires

I've explored you with the detachment of an analyst
But most nights we've raided the same kingdoms
And none of our secrets are physical
None of our secrets are physical
None of our secrets are physical now ..

Bunlar da diğer önerilerim,











20 Temmuz 2011 Çarşamba

futbolu güzelleştirdiler

 

Futbolu çok seviyorum. Tabi ki endüstriyel futbolu kastetmiyorum. İşin içinde endüstri var diye futbolu da tamamiyle reddemiyorum. Bir de endüstriyel futbolumuzun sadece pislikle anıldığı (endüstriyelse pis bir şeydir zaten. ama bu başka bir yazı konusu), bütün bu şike hengamesinin arasında, bir hafta önce biten kadınlar dünya kupasını (bayanlar diyorlar çıldırıyorum) biraz takip etmeye çalıştım. izleyeniniz oldu mu? Bence giderek daha iyi futbol oynuyorlar. Tuhaf bir şekilde estetik ve teknik bir görüntü sergiliyorlar. Kademe anlayışı, top kontrolü, isabetli pasları çok gelişti kadın futbolunun. Sarı ve kırmızı kart ise yok denecek kadar az. Gerçi bu hızla giderse ve popülerleşirse kadınlar futbol maçlarında da sertliğin dozu artar, o ayrı.
inanılmaz goller oldu. Normalde futbol sahalarında eşine ender rastlanabilecek tarzda goller..
finaldeyse favorilerden abd ve japonya karşılaştı ve keyifli bir maçın ardından japonya kupayı aldı. Gönlüm de onlardan yanaydı. Turnuva boyunca zaten büyük bir sürpriz yapıp oraya kadar gelmişlerdi ve tamamına ersin istiyordum.



Futbol uzmanı değilim ama japon kadın futbolcuları izleyince aklıma çocukluğumun son dönemlerinde ucundan yetiştiği futbollu japon çizgi filmleri geldi aklıma. Kaptan tsubasa, roberto, nankatsu takımı, uzun saçlı kaleci wakashimazu aklımda kalanlar. İzleyen bilir, o çizgi filmlerde herhangi bir atak, inanılmaz bir savaş filmi sahnesine dönüşür, futbolcular metrelerce zıplar, havada asılı kalır, topa vurulduğunda garip efektler, ve o saniyeyivermek için türlü türlü bakışmalar, bir türlü içeri girmeyen toplar...

japon milli takımının da işte o animasyonların çocukları, onlarla büyümüş kuşağın topçuları olduğunu düşündüm birden. Ki maçları izlediğimde de (bunu aşağılamak için söylemiyorum) çizgi film tadında, takım oyunu ve kahramanların zaman zaman öne çıkış tarzları anlamında, fena şekilde 'idealize' edilmiş olmasına karşın, düşsel yanları da giderek gelişen bir futbol oyunu seyrettim. Hoşuma gitti mi? Evet.. mücadelesi ve estetiğiyle o çizgi filmleri hatırladım. Onları tekrar izlediğimde de başta japonya milli takımı olmak üzere kadınlar dünya kupasını hatırladım. üstelik aynı sıralarda copa america maçarına baktığımda, "bu işi erkekler ve latin amerikalılar en iyi yapar" yargısının yıkılışına da şahit oldum...
Japonya milli takımının kaptanı Sawa'yı da saygıyla ayrı bir selamlamak isterim... 


15 Temmuz 2011 Cuma

kasetin bile bir C yüzü vardır

Bir şey yazmak zorunda değildim. Sonra bu şarkı (gezegende bunu bilip seven 3-5 kişi bulsam neredeyse onlarla komün kuracak kadar apriori sezgimle) 3. sınıf bir kanalda 3. sınıf bir filmde kulağıma çalınca saçma sapan mutlu oldum. O kadar az televizyon izliyorum ki. o yüzden bu tesadüf daha da büyüttü belki her şeyi. şarkı da 3. sınıf güzel bir şarkı.. b değil hatta c sides gibi. mp3 çalarımda niye aylarca kaldığını şimdi biliyorum. buna benzer anlar oluyordu.olayın içinde ya da izleyici olayım, böyle bir gökyüzüne bakma, altını boşaltma oyununa devam edersek, aptal bir dizinin sonundaki şapşal karakter gibi. ama tuhaf bir biçimde hatta kötü ve basit senaryoyla aydınlanmış gibi.. şimdi gidip tarhana çorbamın başına dönmeliyim. iyi dinlemeler size...

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Bildiğimiz dünyanın sonu ama R.E.M. hâlâ yaşıyor


ya, tıfıl r.e.m. üyeleri gerçekten zalımlarmış.

Çeyrek yüzyılı çoktan devirmiş toplulukların ve müzik adamlarının çok ama çok azı, her çağda üreterek, düşüp yeniden ayağa kalkarak yaşamayı beceriyor. Çoğu, bir zamanlar yaptıkları birkaç hit parçanın üstüne yatıp, büyük organizasyonlar ve renki sahne şovlarıyla, menajerlik şirketlerinin egemenliğinde sirk hayvanı gibi dünyanın dört bir yanında gezdiriliyor. Az da paralara çalmıyorlar. Ahı gitmiş vahı kalmış bir zamanların yıldız futbolcularının, yaş kemale erince Türkiye'ye gelmesi gibi, bu müzisyenlerin bir kısmının verdikleri konserlere, gitmesek de görmesek de gündem işgalleriyle, fazlasıyla 'maruz' kalıyoruz.
Bütün bunların tersine, bildiğimiz müziğin sonunun ve aslında bildiğimiz dünyanın sonunun çoktan ilan edilmesine rağmen hem bildiğimiz hem de sürprizlerle dolu müzikleriyle R.E.M. hâlâ yaşıyor diyebiliriz.

Elimde böyle bir veri yok ama Losing My Religion şarkısının (neredeyse yasaklansın diyeceğimiz kadar) dünya üzerindeki alışveriş merkezlerinde, asansörlerde, radyolarda ve televizyon programlarında en çok çalan şarkılardan biri olduğuna şüphe yok. Ve tabi ki milyonlarca dinleyicinin, (ben de dahil) topluluğu aynı şarkının yer aldığı 'Out of Time' albümüyle tanıdığına da şüphe yok...
Yeni albümleri ayrı bir yazı konusu ama çoğu R.E.M. hayranının sonradan keşfedip bayıldığı Lifes Rich Peagent albümü, yayınlanışının 25. yılı şerefine yeniden basıldı...


RE.M'in yarı sezgisel yarı bilinçli müzikal ve entelektüel arayışlarının, yolun başında oluşlarının, müziklerindeki güçlü naifliğin, ve rock ruhunun her zaman kulağınızla buluşturabilecekleri en temiz halleri bu albümde mevcut.. R.E.M.severlerin yakınen bildiği, grubun dinleyicilerine mektup yazar tarzdaki söz ve müzik aktarımı, sözlerdeki yalın şiirsellik bu albümün de önemli özelliği.
Geceyüzüşünden gündüzrüyalarına (şarkı adları gibi nightswimming, daysleeper) sürüklenirken, kentinizi geride bırakıp bir yolculuğa çıkarken, ayrılırken, zıplarken, dünyayı dert ederken, korkunç rüyalar görürken... r.e.m hepsine eşlik edecek iyi bir dost gibi...
Lifes Rich Pageant üstelik ekibin ilk gençlik yıllarının duyarlı politik ve çevreci şarkı sözü göndermeleriyle de dolu..
Bildiğimiz dünyanın sonu (ki bu da onların It's the End of the World as we Know it şarkılarının adı- Ha bir de ilgilisi için metis yayınlarından dünya sistemler teorisi kuramcılarından Immanuel Wallerstein'ın da aynı adlı bir kitabı vardır). Biz o dünyayı bilmek yerine belki de bir şey sanıp olmayan anlamlar yükledik. Lafın bir çağ bitişini en güzel anlatan ifadelerden biri olduğu kesin. Yeni ama hala kirli ve eskisinden daha kötü bir evrede iyi ki RE.M. de bizimle geçti bu tarafa. Umarım müzik yapmaya daha uzun süre devam ederler...

Albümden 'fall on me' , 'swan swan humming bird'  ve begin the begin ise özellikle hiç kaçırılmaması gereken şarkılar... 25 yıl öncesinden o zamanın karanlık ve ışıklı yanlarını bugüne taşıyan, o artık moda olan deyimle sürekli 'zamanın ruhu'nun yakınında bir yerlerde oldukları çok açık...

12 Temmuz 2011 Salı

'duymuştum, şehirdeydim'


yaz sanki yeni başladı. ve de fena başladı. tek ihtiyacım bir hamak.
Beter yüzünü göstermeye başlayan yaz gecelerini katlanabilir kılabilecek, az kullanılmış yerli şarkılar sıraladım.
iyi dinlemeler...

... haklıymışsın, hayat fani
e, faniyse tıbben yani. hipokrat dans ederdi, tıp!.. duymuştum şehirdeydim.
kuşlar sekti kalp yolunda,
bir şehir yok haritada.
ismi varsa cismi yok; duymuştum şehirdeydim.
tek derdimiz aşk demiştin...

 dööönnnn sen dööönnn hiç düşünme doğduğun ana..

 senden değil, benden değil, kimden belli değil, havada bir hinlik var...


Açlık sefalet dolu yıllardan sonra, beklediğin ölüm gelmişti uyurken
Bembeyaz çarşaflar,
zor yoldan geçtin fikret mualla, gerçek deha sendin fikret mualla..

 ben ölmeden önce bir sürü düşüm vardı...

tamam çok pisim, pisim ama güzelim
lütfen sevgilim eve dönelim...

 Niye adı ‘Korsan Mırık’tı
Halil Amca oldu?
Niye yükselemedi güneş solda
Güneye giderken?
Niye kanat takıp uçamadı deniz
Bulutsuzluk özlemiyle...

sen de tek sevgilim aklıma düştün
nazende sevgilim yâdıma düştün

8 Temmuz 2011 Cuma

'aziz'ler, pampişler ve zalimler

Azizler

Azizler ve Alimler... İngiliz kültür kuramcısı Terry Eagleton'ın tadında yenmez romanının ismi. Romanda Wittgenstein, IRA'nın efsane ismi James Connolly ve Bakhtin bir araya gelir... son günlerin gündemini gördükçe aklıma kitap ve tabii ki bu başlık geliyordu.. (en son çevrilen 'marx neden haklıydı' - yordam yayınları- kitabının dili de sakallıyla ilgili son zamanlarda okuduğum en keyifli kitaplardan biri. ondan sonra bahsedeceğim... )




ey okuyucu, onun 5. sınıf bir godfather olduğunu biliyorduk. öncesini ve sonrasını da. ama bu kadarını kimse beklemiyordu. fotoğrafa bakınca başta bunun sezonun yorgunluğunu taşıyan bir ifade olduğu yanılsaması içindeydik. halbuki 'aziz'lik mertebesine asla ulaşamayacak bu zat-ı muhterem, meğerse sentetik bir orgazm yaşıyormuş. İktidarın, hırsın ve paranın göbeğinde, yine bütün zaferlerin, haksız zaferlerin başkomutanı olma derdindeymiş.
ey okuyucu, halbuki herşeyden öte gerçek aziz ler taraftarlardı. fenerbahçe taraftarı olmanın baştan kabul edilemesi gereken trajikomikliği, kabul edin ya da etmeyin büyüklüğünün getirdiği sürü sepet derdi, sarhoşluğu, üzüntüsü yetmiyordu onlara. geçen sene fake anons yüzünden yaşadıkları travmanın üzerine bu, tuz biber hatta justin bieber oldu. belki de iyi oldu.
aziz'lerdi ve şimdi daha büyük bir aziz'lik mertebesi için hazırlanıyorlar. futbol tarihimizin bütün pisliğini günahını isa gibi üzerlerine alıp gerekirse bir alt ligden takımlarını desteklemeye devam edecekler. sahte aziz leri olmadan kendileri aziz olarak.

Pampişler




hilal kızımızın twitter fotolarıyla şaşkına döndük ülkecek. sanırım pampa ya şirinlik katmak için pampiş diyor. ama laf insanın aklından gidecek gibi değil. zaten halkımızın 'pompaya devam' dediği bir seçimin ardından, pampişin pompa göndermesi sadece benim abaza algımla alakalı olmasa gerek.





Pampiş 2 bombası ise banu abla'dan geldi. göbeğine aldırmadan verdiği pozlar da twitterda çıktı...
ya ayşe'ye ne demeli. Birinin babası yaşında biriyle evlenmesi kimsenin karşı çıkabileceği birşy değil. Yanlış diye de yargılayamayız.. yanlış olan, koca bir medyanın günlerce gözümüze soktuğu görüntü ve fotolar... yüklenen anlamlar, bütün fuzuli muhabbetin kapladığı alan... hadi bu da pampiş 3 olsun.





amma velakin pampiş 1'in birgün anlayacağı, pampiş 2'nin de yıllardır anlamadığı, hiçbir zaman pampiş 3 gibi 'klan'a kabul edilmeyecekleri. Pampiş 3 çünkü bir klan üyesi... adına ne derseniz deyin sadec düğün davetlileri listesine baktığınızda bile açıkça göreceğiniz bir klan... ben bu konularda ilk gençlik dönemlerimde harika avcı da kalmıştım valla... o da çok çabaladı klan a girmeyi ama.. ıı... nafile. en son bir gazetede “kendimi motoru yeni açılmış bir araba gibi hissediyorum” açıklamasıyla beni benden almıştı...
ne diyelim “pompaya devam”. yoksa pampiş, hilal 'in dediği gibi aslında diğerleri, yani bizler miyiz?

Zalimler

bu cephede değişen çok bir şey yok. Sadece liste kabarıyor. abandıkça abanıyorlar. Üstelik abanılanlar, sadece abananın adına bakıyor, bağlamından kopuk değerlendirme hatasına düşüyor. Koca bir liste yazmaya gerek yok. Ne kadar mutlu olduğunuza, etrafınızdaki sefalete (illa maddi olması da gerekmiyor), yok olan tabiata, eşşek gibi çalışmanıza ve sürekli sizler için kara veren bok kafa birilerinin sayılarının artışına bir bakarsanız, kendi listenizi istediğiniz kadar kabartabilirsiniz..
biz pampişlere ise pampişlikten kurtulmak için tek bir yol kalıyor... devrim.

7 Temmuz 2011 Perşembe

iki güzel şiir

Bir arkadaşım var. bence harika şiir yazıyor. kendine şair demiyor. sadece yazıyor. adını böyle birşeye kızabileceği için vermiyorum. diğer şiirlerini  http://birneviculya.blogspot.com/  dan okuyabilirsiniz. iki tanesini de paylaşmak istedim...


Dün gece rüyamda
en içli matruşkayla ben
tanıdık bir uçurumun en ucunda
cesaretimizi sınadık.
Sinek valeye keskin kılıç...
Sonda kalan çürük elmasına.
"Unutmayın Beyler" dedi Alyoşa
"Kalplerimizin ritmi bozuk aslında."
-Çeliştik kilidin inancıyla-

Aksak ritm bandoyla açıldı kapılar
Santur, çan ve gayda krallığında
ve paslanmış bir surata çarpan
beyaz bir eldiven karamsarlığında
ve ismini hatırlayamadığımız daha nice nice
müzik aletine selamlarımızla
tırmandık kedi merdivenlerini
basamak basamak, tel tel.. nafile çaba..
-Çakıştı kendi döngüsel çıkarlarıyla-

Süslü bir hediye kutusunda
dikey zikzak - yatay hiyerarşi
ve asaleti bağlanmış saten bir kurdeleyle
yükseldik cesetlerimizin üstüne basa basa.
"Beyler" dedi maestro, "aramızda.."
"erdem sahibi üç kişi kalmışsa"
"Farkında değildir onlar da."
Kazanan olsa olsa Nomenklatura..
-Dönüş serbest, dönüş serbest yolda-


"Çizdiğim bütün şehirler,
Bütün şiirler kalbimden geçirdiğim..
Söndürmediğim fenerim
Ve kırmızı keçeli kalemim
Yalnızca sakallı bir keçi içindi…"

-
Pour Gildas et sa Belle Chanson

Dün gece rüyamda
Ayçiçeklerinden bir taç saçlarımda
Durdurdum güneşi, batırmadım hiçbir diyarda
Sular çekildiğinde çıkacaksan ortaya,
Elma dersem de çıkma
Çünkü iki kişilik gölgeyi sığdıracak
Çınar kalmadı dünyada.

Kararmadım daha hayır,
Sırlarımız aklımda hala
St. Michel'e karşı taştan bir şatoda
Birleşti herkesin hikâyesi işte şimdi
işte her kimdi sular altında..

Ben bir dalı ne kadar kırdım
Köprünün başında kiminle inatlaştım
Hangi tırtılı yuvasından çıkardım
Ve neden işlediğim bütün günahları
Anlatayım sana Sagrat Cor'da, Tibidabo'da

Çanları sen çal ben orgun karşısında
Prense döndürdüğüm kurbağaların hatrına
Ve anlaşılmamış bütün peygamberler hayrına
Affet beni makul bir ücret karşılığında

Belki senin için kalamam..
Belki kutlayamam tütsü kokan bütün dinleri..
Sağarken kaçırdığım keçileri
Ve sana verdiğim bütün isimleri ..
belki kutsayamam ama..
Sen yine de bütün görünmez sınırlara,
Ayrı şarkılar söyle
Gildas..