1 Haziran 2011 Çarşamba

Ben ne dediğimi biliyor muyum? (3)





AMA NE YAPACAĞIMI BİLİYORUM

Yeni şarkı yolda biraz daha yürümemi sağlıyor. Bugün işe gitmedim. Yarın da galiba gitmeyeceğim. Öğle rakısının çökeltisi nöronlarıma oturmuş durumda. Kasabanın çarşısı ve sokakları güneyle kuzey arasındaki farkın giderek azaldığını gösteriyor. Çöpleri dışarı atan teyzeler amcalar, öğrenciler. Zengin kasabalaıların hızla dış kasabaya göç ettiklerini, geriye sadece birazparalılar, kıtkanaatleri bıraktığı ortada. Kıtkanaatler garip bir tür. Mahallemdekiler gibiler.
Ama öbür kaşarlar bir gün mahalleme de gelecekler biliyorum. Orayı da değştirecekler. Biraz dışarıda ve korunaklı diye ağızlarını sulandırdığına adım gibi eminim.

Nolur tanıdık görmeyeyim. "Hah, bilmem neabi ve abla. Oh geçip gittiler.” Şu vapurdaki kız değil mi?” “Aa kavgacı o çocuk büyümüş de takım elbise giyiyor.”
Şehrin ışıkları hala bir takım aralardan göz kırpıyor. Kırmızı ojeli tırnakları ve rastgele yırtılmış kıyafetiyle çağırıyor.
“Aahh.” “Nooldu?” “Tırnağın battı hayvan.” Şehri de savuşturdum aferin bana. Şimdi 5-10 dakika da olsa bir tek ona katlanabilirim.
Amaçlar koyup götünü kaldırmayanlarla dolu ortalık. Kimse kırılmasın diye verilen sözler, gerçek olmayan kavgalar. Gerçek bir kavga istiyorum diyorum. Çocukken sanki dışarıda yeterince oynanmamış gibiyim. “Yok lan sürekli oynadım.” Bu başka birşey. Bir aşama, eşik belki. Avutuyorum kendimi. Belki tam da kapana sıkıştığım yer. Birşeylere inanıyorum. Başka dünyaya diyen tanıdııklarımın çoğunun amaçlarının görkeminin altında bilerek ve bilmeden' kaldıklarını gördükçe küçülüyorum.
Eskiden bir zamanlar kardeşimle ilk gençliğimizde televizyonda açıklama yapan kocagöğüslü kadınların, jölelisaçlıadamların ya da herhangi bir gerizekalının adına utanıp, televizyonun önünden kaçtığımız, kumanda olmadığı için “yaaaa” diyip, koşarak televizyonlu odayı terk ettimiz günler gibi. Belki de bu iyi birşey diyorum.
Çirkinhavuza gitmekten vazgeçiyorum. “Başka birşey yapmalıyım.” Ne dediğimi bilmiyorum ama ne yapacağımı biliyorum galiba. Biliyorum, yaklaşık 800 adım sonra deniz kenarındayım.
Midem ağrıyor. Yutkunmakta zorlanıyorum. Bilim kurgu filmlerini aratmayacak çalıştığım binanın derin beyazlığı, tuhaf metalleri, çarşıda koca lokmaları hüpleten yerli ama turistinsanlar, hep buralı ama her yeni akşamı, sürprizlerle doluymuş gibi karşılayanlar, referanslarıyla performansları arası geniş açılılar... Başım dönüyor. Gözüm birşey görmüyor.

Bir güzelşişelişarap.”
Çıkma ekmek var mı?”
Bu kadar.”

400-300... Denizin olduğu yerdeyim. “Bekle. Birazdan gelecek eminim.” Aradığım sessizlik. Köpek değilim ama duyabileceğim eşikteki bir desibelle eğlencenin, sirenlerin, 4-5 ayrı melodinin, polis telsizlerinin ve havlamaların karışık uğultusu. Şaraba başladım bile. “Hadi be abi gel artık. Umarım uzaktan geçmez.”
Hafifte olsa sessizlik yüzleşme getiriyor hep. Bu iyi ama. Boşlukları dolduralım hayatımı, arka sıralara doğru ilerlemeyi, baştan sona sanki kaderini çizenlere istesen de yeterince müdahale edememeyi düşünüyorum. "Doğrusal hayat doğrusal hayat! Salağım ama sepet değilim."
“Denedin ama.” “Denedim bazen yine deniyorum ama bu ne amına koyiim.” “Bir maviyi, mavi düşlemeyi bu kadar mı bilmezler? Yasak mı geldi bu renge?”
Sakin ol. Şimdi maviliğin ortası senin olacak. Motorun sesiyle diğeliyorum. Bağırmamı duyuyor ve yanaşıyor. Hiç buralı değil. Kasabanın sadece denizini kullanıyor. Yalvarıyorum ve tekneyi bana bırakması için onu ikna ediyorum.
“Sabah biraz çimdikten sonra yerine bırakırım. Söz valla” diyorum. Yufkayürekli, denizçiziğiizliveyüzlü abim ikna oluyor.
Dikkat et ama.”
Evellallah sen bana bırak.”
Motorur çalıştırıyorum. Biraz açılmamaın ardından bağırıyor.
Yarın işin yok mu oğlum senin.”
El kol hareketleriyle görebileceği kadar duyduğum halde duyamadığım anlatıyorum. Yeni bir şarkı karışıyor aklıma. Deniz ve ben utanmadan bas bas söylüyorum:

çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
çınarlı, kubbeli, mavi bir liman
beni o limana çıkaramazsın...

SÜRECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder