müziksiz direniş olmaz...
büyük saat
Ama anlama duyulan bu ilgisizlik içinde bu anlam arayışı da ne oluyordu?
10 Haziran 2013 Pazartesi
6 Haziran 2013 Perşembe
5 Haziran 2013 Çarşamba
1 Şubat 2013 Cuma
yükşehir
Notos Öykü'nün Şubat -Mart 2013 sayısında yayımlanan öyküm...
Yükşehir
Özgür Çakır
“Alooo. Hemşerim son
durak…”
Ali şoförün bağrışıyla
uyanıp gerindi. Sayıklamaya başladı. ‘Hemşerin şey etsin seni. Dur azıcık kalkmayacağım. O koltuğu kapmak için ne kadar uğraştığımı
bir bilseydin. Arkamdan iten teyzenin
kolunun altından geçişimi, bilekleri benimkilerden daha yumuşak o gence attığım
şaşırtmacalı çalımı görseydin böyle davranmazdın. Başımla
pencere arasına yastık bile koyardın.
Kaçırdığım durağa kadar sırtında taşır, belediye ödülü
filan verirdin.’
Ön koltuğa dayadığı
uyuşmuş bacağıyla otobüsten zor attı kendini. İş görüşmesi
için giydiklerinin yarattığı
ağırlık hissine dayanamıyordu. Londra'ya asla varmadığını
bildiği asfaltın kenarından, sol
ayağı sekerek, adrese doğru yürümeye başladı. İki durak önce
inmişti.
Eylüldü. Gündüzleri hâlâ
sıcaktı. İki adımda terleyip kızardı. Güneşin dokunduğu yerlerde fark edilebilen
otoban tozu, burnundan girip dişlerinin arasında çatırdıyordu. Duraktan taşan kalabalık,
doluşacakları araçları bekliyordu. Kiminin elleri ceplerinde,
kiminin sigaralarında, kimininse
çantalarındaydı. Üst geçide çıkıp
hepsini bir arada görünce biraz daha uyandı. Korkunçtu. Sabahın pusunda, otomobillerin stop
lambaları, otoban boyunca damlatılmış kan izleri gibi uzanıyor, motor gürültüsü şehrin
hiç bitmeyen inşaat seslerine karışıyordu.
Yolun her iki yanında
bacalarından telaş ve sıkılganlığın salındığı, uyduruk
bina tarlaları uzanıyordu.
Üstelik hepsi birer plaza taklidi yapıyordu. Yüksek duvarlarında
ufacık pencereleriyle uzanan
onlarca tekstil atölyesi. Pencerelerden bakmak için durmadan
zıplayan işçileri düşündü.
Dönüp duran havalandırma pervaneleriyle görüntü daha da
çirkinleşiyordu.
Aradığı adres yolun tam
karşısındaydı. Yürüdü. Kravatını düzeltip güvenlikten
geçti. Manyetik kartı birkaç yere
gösterip uzun koridorlar aştı. Hedefine kilitlenmiş sperm gibi, Sibel Hanım'ın odasını
arıyordu. Rahatsız ediciydi. Heyecanı daha önceki görüşmelere benzemiyordu. Sol ayağını
kapanmak üzere olan asansör kapısına son anda uzattı. Uyuşukluğu yeni mi
geçmişti.
Beşinci katta,
“Pardonlarla,” dışarı attı kendini. Yirmilerinde bir kadın
sanki daha önceden tanışıyorlarmış
kadar samimi ve kendinden emin karşıladı. “Hoş geldiniz Ali Bey.
Şöyle buyurun. Sizi biraz bekleteceğim.” Paravanların arasında, bilgisayarlarının
başına tünemiş çalışanların yanında, şef odalarının
birinin önünde
beklemeye başladı. Büyük
ofisi tarayıp klimalı havadan derin bir nefes aldı. Beş on dakikasonra kısa boyuna hiç
yakışmayan uzun paltosuyla herifin biri çıktı odadan. İçeri
girme vaktinin geldiğini, adamın
yanından geçerken attığı haset bakışından anladı. ‘Bok.
Sanki işini kaptık.’
Sekreter kız, “Buyrun
Ali Bey,” diyerek odaya yönlendirdi. Kızın kalçalarından gözlerini alamamıştı.
Onu odanın kapısında karşılayan Sibel Hanım’ın dekoltesinden
taşan göğüs çatalından içeri
düştü. Sibel Hanım oturur oturmaz sordu, “Ali Bey, neden
şirketimizi tercih ettiniz?”
İş görüşmelerinin
besmelesiydi.
“Valla Sibel Hanım,
şirketinizin sektörde ne kadar önemli olduğunu bilmeyen birisi bence iş görüşmesi için
bu odaya girmesin. Kurumsal yapınızın sağlamlığı da bilinen
bir gerçek...” diyerek
geveledi. Yalandan kim ölmüştü. Yok, öyle değil, yalandan koca
bir ülke ölüyordu. Konuşurken
gözleri odanın içinde dolanmaya başladı. Sibel Hanım'ın
çatalına, yüzüne ve sağında kalan,
sırf hava olsun diye yerleştirilmiş, bir kısmı İngilizce,
içlerinde artık işçi yerine, işgören
lafının kullanıldığı kitaplarla dolu kütüphaneye bakınıp
durdu.
“Ama hâkim bey ben
masumum bazı kavramlar değil” diye mırıldandı. Sibel Hanım “Anlamadım”
dedi. En iyi dostları Murat ve Uğur’un da zaman zaman sesli düşündüklerini
hatırladı. Lafı belinden yakalayıp doğrulttu. “Yani kavramlar
bir de. Bugün için işletmelerde...”
Aklı çoktan, işten kendisine ve arkadaşlarına gitmişti. İyi
insanlardık ama bizden bir cacık
olmazdı diye düşündü... Bütün yaz boyunca kaç kez değişik
bir eylem
yapmakla ilgili konuşmuşlar
ama hiçbir şey çıkaramamışlardı. En güzel tarifi Uğur
yapmıştı;
“Hafıza kartı yanmış
lan bu ülkenin.”
Sibel Hanım, “Peki Ali
Bey bugüne kadarki satış performansınızdan konuşsak biraz,” diye sorduğunda, duman gibi
dağıldı düşündükleri. Geçen hafta Uğur ve Murat'la buluşmak için sözleştikleri yere
iki saat geç kalışı geldi aklına. Sibel Hanım orada olsaydı,
“Al sana satış performansı”
diyebilirdi. Mekâna vardığında dostlarının tepkileri de
görülmeye değerdi. Murat, “Oğlum sen ne
dangoz bir adamsın” demiş, Uğur her zamanki canayaklı tavrıyla; “Boş ver elleme Ali'mi.
Ali işte. Ali lan, ne oldu o kız?” diye sormuştu. Satış
performansını anlatırken önündeki
sehpaya bıraktığı cep telefonu titredi. İddia sonuçları...
Para çıkarsa ilk iş,
Uğur'la Murat'ı yemeğe
götürmek diye geçirdi içinden. Sibel Hanım durmuyordu. Ağzından çıkan dominant, iz
bırakan, sadık, ciddi gibi ezberlediği sıfatlarla, aradıkları
elemanın nasıl olması gerektiğini
bir öğretmen edasıyla anlatıyordu. Ali hiçheyecanının giderek
işe yaradığını fark
ediyordu. Sorular cevapları izledikçe, kendisinin bir ırgattan,
karşısındaki kadının da ırgatbaşından
farklı olmadığını düşündü. Sibel Hanım'ın çatalını
birden yere attı. Aslında o bıçak, kendisi
de iyi haşlanmamış bir etti. Soruların bildiği yerlerden çıkması
bile keyif vermiyordu.
Sibel Hanım sonunda ağzından baklayı çıkarmıştı. “Ali Bey sizinle çalışmak istiyoruz. Aklımızdan geçen ücret 1.500 lira. Artı yemek tabii ki…” Bin beş yüz... Ali'nin bütün dinginliği kaybolmuştu. 1.500'ü üçe beşe yüze bölüyor, toplayıp çıkarıyor, kalp atışlarının hızlanışıyla ağzı kuruyordu.
Sibel Hanım sonunda ağzından baklayı çıkarmıştı. “Ali Bey sizinle çalışmak istiyoruz. Aklımızdan geçen ücret 1.500 lira. Artı yemek tabii ki…” Bin beş yüz... Ali'nin bütün dinginliği kaybolmuştu. 1.500'ü üçe beşe yüze bölüyor, toplayıp çıkarıyor, kalp atışlarının hızlanışıyla ağzı kuruyordu.
“Ali Bey?”
“Eee... Tamam...”
Top çevirmeye gerek yoktu.
Üç aylık işsizlik ve sonraki günlerin umutsuzluğuyla daralan içi, işe alınmakla
ferahlayacağına, kafasından atamadığı 1500 lira ile zift
çekilmiş gibi kararıyordu.
Neresinden tutsa un ufak hale gelen tutturamadığı hesap, taktığını
çoktan unuttuğu kravatını bol
zincirli bir prangaya çevirmiş, Sibel Hanımı da terden tuzlanmış
sırtını kırbaçlayan bir efendiye
dönüştürmüştü
“Ali Bey, o zaman
önümüzdeki aybaşı itibariyle iş başı yapabilirsiniz sanırım.”
Şu koca şehirde sırf
sigortası var diye göbekli, belki de çoğu karısına her an dayak atabilecek erkeklerden
biriyle evlenmeyi düşünenleri, bu parayla koca bir aile
geçindirenleri hayal etti. “Aybaşında
görüşmek üzere” diyerek Sibel Hanım'la ısmarlaştı. Kendini
binadan attığında, sesi ve
kokusuyla kıvamını bulmuş şehir, yağmurun içinde ağzından
dumanlar çıkarıp, hırıldayarak
soluyordu. “Bakma ölürsün” dedi. Dinletemedi. Sanki şehir
herkese kasti tekme atıyordu. Taktiği de
yine sakinleri veriyordu. Eve dönüş yolunda otobüste babasının zeytinlerin başında dur
diye yıllardır tutturmasını hatırladı. İnadına kaldığı
şehir, yaşanacak ya
da çalışılacak halde
değildi.
İndiğinde ayakları Ali’yi bir türlü eve götürmüyordu. Kapıdan döndü. Tekelden bir bira alıp, mahalledeki parka yollandı. Ayakları su aldıkça o şarkı geldi aklına: “Tanrı iş gezisinde, gemi su alıyor.” Tanrı belki de gerçekten iş görüşmesine gitmişti. Salıncaklardan birinde birasını yudumlamaya başladı. Şişeyi dikleyip fırlattı ve sallanıp hızlandıkça sesli tekrarlamaya başladı:
İndiğinde ayakları Ali’yi bir türlü eve götürmüyordu. Kapıdan döndü. Tekelden bir bira alıp, mahalledeki parka yollandı. Ayakları su aldıkça o şarkı geldi aklına: “Tanrı iş gezisinde, gemi su alıyor.” Tanrı belki de gerçekten iş görüşmesine gitmişti. Salıncaklardan birinde birasını yudumlamaya başladı. Şişeyi dikleyip fırlattı ve sallanıp hızlandıkça sesli tekrarlamaya başladı:
“1500... kira 500... Evin
anahtarını bile yaptırmıştım Merve için... Sonra kredi 300...
Sigara 150-200... Aylık akbil...
Elektrik, su, doğalgaz, telefon, internet... Ekstralar, biralar....
E askerdeki kuzene harçlık
yollamak lazım. Arada kitap almak lazım… Bir daha okurum hepsini. Sinemaya gitmeye
gerek var mı sanki? Aidatı unutma... Dostlarına bir şeyler ısmarlamayacak mısın lan
hayvan herif? Zeytinler... Bu sene az veren sene... Sonra kondratiyef çevrime göre
kriz dönemi... Suriye işgali; düşünmek bile istemiyorum... Yanan çadırlarda ölen
bebeler... Arap baharı esse keşke buralara diyenlere gıcık
oluyorum. Bahar görünümlü kışları
sevmiyorum... Tarihin öznesi salıncakta, kaldırımda, otobüs
durağında, bazıları hafta sonları
eylemde ve hafta içleri süpermarket indiriminde... Bir kısmı
kanepede ve benim gibi birahanede,
ömrü bu şehirde yollarda... Tarih artık yazılamadığı için
eskisiyle kitaplarda... Varsın
makarna kokmaya devam etsin terim... Zeytinler var bir de... Ama
sigorta önemli... Hem yemek de
veriyorlar... Çüşş... Bir de vermeyeceklerdi... Şimdi işe
başlayacağım ya hani, hafta içleri hep
kaçma isteği yaratacak kadar kuru ve güneşli, hafta sonları ve
bayram tatillerinde ıslak
ve çamurlu iklimiyle meşhur şehrin günleri başlayacak... Kira
400 lan... Zeytinler var ama...
Gazeteciler teker teker kodese atılıyor... Şehrin görsel
hafızaları satılığa çıkarıldı...
Karnım ağrıyor... Koca bir osuruk, toplu bir osuruk yıksa keşke
bu şehri.. Rüyamda Merve'yi gördüm.
Misafirlere yemek yapıyorduk. Kek diye tutturdu. Öyle bir kabardı ki, mutfakta kekin
içinde rendelenmiş portakal kabuklarıyla şekerli toparlağın
içinde yer darlığından yapışık
hale geldiğimiz için ölmeden önce öpüştük... Ama yan komşunun üniversitedeki oğlu da
içerdeymiş. Sürü sepet diğerleriyle beraber hem de... Zeytinler,
1500tl
artı yemek ama... Uğur'u
aramayı unutma, o her şeyiyle güzel kadının gücünü unutma... Merve aramadı yine...
Mahkeme heyetleri bininci kez bozdukları kararı onuyor,
onadıklarını bozuyor... Kendime bir
defter almalıyım... Eski defterleri yırtmalıyım. Karnım
ağrıyor.. Mide lan o... Kemirgenler,
sülükler... Günahsız hayvanları benzetmelerinde kullanma...
Hızlan, Islak hızlan, hızlan, bu
hızı kullan, iyi bak, gör, göster, dur, yürü, sus,
bağır.......”
Hızını alan salıncak,
bir el tutuşuyla sarsılarak durdu. Ali salıncağı durduran
Murat'ın yüzüne bakıp, “Hayırdır?”
diye sordu. Murat'ın ağzından dökülen “Vapur kaçıracağız” sözlerine cin bakışı
attı. Şımardığını belli etmeden kolunu Murat'ın omzuna atıp,
“Hadi bana gidelim” dedi. Cuma gecesi
yeterince ıslak, soğuk ve bu laflarla doldurulamayacak kadar sıradandı.
24 Kasım 2012 Cumartesi
2012 en iyiler (10)
kalbimizi fethetti.
Her yeni albümü güzel bir hediye gibi Patti Abla’nın. Banga albümü de öyle oldu.
M83 önceki yıldan sarktı. Dinlemeye devam.
Fleet Foxes 2011’deki son albümlerinden bu yana eşlik ediyor…
elemanların bu şarkısını yeni dinledim. Sürekli de dinliyorum. Yılın başında fark etseydim, açık ara en çok dinlediğim şarkı olabilirdi…
Bu eleman gerçekten marifetli…
bu toprakların son yıllardaki en güzel albümlerinden birini yayınlamıştı birsen tezer. Üstüne güzel şey çok az çıktı. Bu şarkıyı da harika yorumluyor.
dumanı üstünde albümleriyle son anda imdada yetiştiler. Asfalt dünya’dan kaçış yok!
14 Kasım 2012 Çarşamba
2012 en iyiler (9)
Tame Impala, Lonerism adlı
albümüyle taze bir soluk oldu.
Yeni albümleri bu yılın
ortalarında çıkana kadar, eskisini dinledik de dinledik. Bu da hayal kırıklığı
yaratmadı.
O da özleten isimlerdendi.
Güzel hatırlattı kendini…
13 Kasım 2012 Salı
2012 en iyiler (8)
Bu iki isim de 2012’de eşlik etti. En iyisi ikisini aynı
şarkıda paylaşmak diye düşündüm.
onlar da özletmişlerdi kendilerini. Güzel döndüler ama…
İyi grup. Es geçmeyin. Birkaç gereksiz tarama dışında
yolları açık. Esinlendikleriyle esmeye devam edip kendilerini daha da bulacaklar
bence…
gidemedik dinlemeye L
yeni albümleriyle avunup durduk.
rahmetliyi dinlemeye doymak mümkün mü?
onları da canlı izleyemedim. (şaşırmaya gerek yok) bence
yılın en iyi şarkılarından biri… grup daha da büyüyecek o kesin…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)